Yılmayan PISA’yı Kapar!

Eğitim üzerine çeşitli ödülleri olan, başarıları ile ulusal ve uluslararası alanlarda işlere imza atmış bir arkadaşım, deprem sonrası yıkılan binadan kendi ve çocuğu ile sağ salim kurtulabilen şanslı kişilerden biriydi.

Geçenlerde katıldığım bir konferansa konuşmacı olarak çağrılmıştı ve yaşadıklarını şöyle anlattı:

Asrın felaketi dediler yaşadığımıza. Fiziki olanının ölçümü bunu söylemeye yetiyordu. Ya psikolojik olanı? Onun kaç rihter ettiğini ölçmek mümkün mü?

Daha sabah suladığım, ömrümün açan ilk orkidesini, son olduğunu bilmeden içtiğim kahvemin fincanını, önüne daha bir ömür yaşanılacak umutlar biçtiğim hayat arkadaşımla birlikte toprağa emanet ettim. 48 saat sonra çıkabildiğimiz göçük fiziki depremin resmi iken arkasından gelen her artçı aslının bir tekrarı gibi psikolojik depremi neredeyse her gün bir daha bir daha bir daha yaşattı.

Aslından daha derin izler bırakmaya başlayan artçılardan ruhumuzu koruyabilmek için başka bir kente yerleşmeye karar verdik. Annem ve babamı da yanıma alıp hiç bilmediğim bir kente, ailemin üç beş birikimi ve iki parça üst başla gözümü karartarak giriş yaptım.  Her şey kocaman bir bilinmezlikti. Herkesin yaşamsal ihtiyaçları vardı ve birbirinden farklı bu insanları ortak bir noktada buluşturmam gerekiyordu. Ortak katların en küçüğünü hesaplamak gibi bir şeydi uğraştığım .

İlk bir ay iş yerinden eve gelebildiğim her gün için kendimi kutluyor sanki nobel ödülü almış hissi yaşıyordum. Evet Aslı, bugün de ölmedin, al sana 11 milyon İsveç kronu.

Yine matematiğe mi bağladı konuyu diye içimden geçirirken aklıma taze açıklanan PISA sonuçları geldi.

Fen, matematik ve okuma yazma becerisi üzerine odaklanan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) içeriğine bu sene bir de Covid dönemi etkilerinin araştırıldığı bir bölüm eklenmiş. Günlerdir her mecrada “şöyle geriyiz, böyle yerimizdeyiz”den tutunda OECD ülkeleri gerilediği için biz öne çıktık söylemleri ve analizleri ile eğitim camiasının gündemine oturan sınavın sonuç rapor linkini meraklısı için bırakıyorum. 

Aslı’yı lise yıllarından beri tanırım. Einstein başarı tanımını onun için yapmış gibidir. “Zeki olmaktan ziyade, karşılaşılan zorluklardan yılmamak ve çözüm peşinde koşmak.” Şimdilerin popüler tanımı olan yılmazlık, 21. yüzyıl becerileri listesine girmeden de popülermiş aslında. Çeyrek yüz yıldır yılmazlık ve akademik başarı arasındaki ilişki üzerine yapılan pek çok çalışma da bunu kanıtlar nitelikte. Çalışmaya devam etme gücü yüksekse, karşılaşılan zorluklara of puf demek yerine şimdi ne yapabilirim deyip azimle ve istikrarla yürünebiliyorsa başarı kaçınılmaz bir son olarak apoletlere yerleşiyor. Anlıyoruz ki, başarı için yılmazlık yeter şart değil ama ciddi anlamda bir gerek şart.

Eğitim Reformu Girişimi Politika Analisti Özgenur Korlu, “Çok puan kaybeden ülkelere oranla Türkiye’nin pandemiyi daha iyi atlattığını söyleyebiliriz. Ancak daha iyi performans gösteren ülkeler de var, bu yüzden genel sıralamada çok ciddi değişiklik yaşanmadı.”

Sözleri şunu yansıtıyor: Ülkece yılmaz bir irade gösterip eğitimin aksamaması için çabaladık. Bu durum bile yarım okul yılı kaybımıza mal oldu. Peki bu açığı kapatabilen ülkeler örneğin Singapur neyi daha iyi yaptı? Yılmazlığına neyi ekledi? Dokusuna/kültürüne uygun öğretim yöntemini dijital dünya ve öğrenci hazır bulunuşluğu ile birleştirmesini olabilir mi? Bunu sadece bu sezonda değil hemen hemen her sezonda yaptı ve bayrağı istikrarla öteye taşıdı. Sanayinin merkezine kurduğu üniversiteler ile de bayrağı daha farlı alanlarda da sallayacağını garantiler gibi.

Aslı devam ediyordu:

Her gün, kendisi ile birlikte taze sınavlar getiriyordu. Kiminin çözümü vardı kimi gözyaşlarına teslimdi. Akıl çoğu şeyi çözebiliyor ama kalp, anıların yılmaz bekçiliğinden vazgeçmiyordu. Her hatıramı birbirine ekleyip, keşke diyecek bir gerekçe bırakmadan yaşayabildiğime şükrederek gönül tahtıma yerleştirdim ve kapattım kapısını. Neticede Güneş doğmaktan vazgeçmiyordu ve devrilmemek için pedal çevirmeye devam etmek gerekiyordu. Her şeyi çözmek zorunda da değildim. Olduğu kadar demeyi öğretmişti hayat.

Arkadaşlarımın kullanmadığı kıyafetleri giymek, çeşitli ihtiyaçlar için kredi çekmek falan da çok dert değildi. Sağlık olsundu ama o da bir türlü olmuyordu. Babamın yaşadığı rahatsızlık yüzünden günlerce yoğun bakımda kalması, defalarca yapılan müdahalelere rağmen sorununun tespit edilememesi… Savaştasın ve karşında ne var bilmiyorsun… Dert dediğin bunlardı, ötesi ne varsa çözülüyordu.

İstediğimiz kadar direnelim psikolojik depremler bir yerlerimize kitlesel olarak yerleşmeyi seviyor gibi. Son birkaç aydır sağ göğsümde anormallikler yaşıyor görmezden geliyordum ki zaten sıra ona da hiç gelmiyordu. Sağlık ocağı dayatması rutin bir mamografi kontrolünün ardından varlığına merhaba dediğim kitleler işleri büyüttü. Geniş araştırmalara nihayetinde de biyopsi sürecine girip yeni bir hikâyeye daha start verdi. Kendimi kendi elimden tutup doktora götürdüğüm süreç nasıl ilerleyecek yaşayıp göreceğim.

Elbette Dünya gezegenindeki bir çiçeği koklamak, bir şelalenin gür sesinde kahvemi içmek, sevdiğim ne varsa başkalarını incitmeden ve incelikle yapmaya devam edebilmek için çabada olacağım. Hepimiz son perdeyi bilerek yaşamıyor muyuz? E o zaman, hadi bu salondan çıkalım ve mavi gökyüzü altında soluklanmaya gidelim.

dedi ve bitirdi.

 Instagram

X

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio’nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir