MÜJDE IŞIL – Türkiye’nin en mutlu şehri… Trafik ışıkları olmayan tek şehir… Rivayete göre Ata’mızın harf inkılabını anlattığı o meşhur fotoğraf bile Sinop’ta çekilmiş. Sinop huzur ve sükûneti simgeliyor. Sokaklarında çarpışmadan yürünen, kavgası olmayan, duruşmaların olaysız geçtiği, tam bir barış şehri. Gelen hayran kalıyor. O kadar ki yıllarca Hollywood’da görüntü yönetmenliği yapmış Craig Burnie Burns de Sinop’un güzelliğine ve sakinliğine hayran kalıp iki sene önce buraya yerleşmiş. Böylesine özgün bir şehirde film festivali neden olmasın? Aslında iki senedir Ayancık ilçesinde film festivali yapılıyor. İzzet Arslan’ın kuruculuğu ve yönetmen-yapımcı Neşe Sarısoy Karatay’ın danışmanlığında başlayan Ayancık Film Festivali bu yıl Sinop merkeze de taşındı. Filmler Sabahattin Ali Kültür Merkezi ile restorasyonu tamamlanan tarihi Sinop Cezaevi’nde seyirciyle buluştu.
Anadolu’nun Alkatrazı diye anılan, Sabahattin Ali’den Refik Halit Karay’a birçok sanatçının hapsedildiği Sinop Cezaevi 1999’da müzeye dönüştürülmüş, 2020’de ise restorasyona girmişti. Restorasyon çalışmaları tamamlandı, müze haziranda açılacak. Ancak festival Sinop merkeze taşınınca müzenin ikinci kısmı festival için sergi ve gösterim mekânı olarak hizmet vermeye başladı. Girişin hemen sağındaki oda filmlere ev sahipliği yaptı. Her yaştan seyircinin film gösterimlerine ilgisi yüksekti. Üniversitedeki salon hariç ne yazık ki Sinop’ta sinema yok. Dördüncüsü muhtemelen Sinop/Ayancık Film Festivali adıyla düzenlenecek festival, şehre profesyonel anlamda çok salonlu bir sinema açılmasına vesile olacak. Gelecek sene cezaevinin daha fazla alanında gösterim yapılması da planlanıyor.
Dikkat çeken belgeseller
Festival seçkisinde iki belgesel öne çıktı. Neşe Sarısoy Karatay imzalı “Yüzyılımdaki Cumhuriyet” farklı mesleklerden ve Atatürk’ü görmüş 100 yaş civarı büyüklerimizle cumhuriyet olgusunun ve duygusunun peşine düşüyor. Genç nesillerin cumhuriyet değerleriyle didaktik değil, gönülden bağ kurmasını sağlıyor. Ayancık Özel Ödülü kazanan Yalçın Çiftçi’nin belgeseli “Beyaz Dağın Çocukları” ise mezarlığın dibindeki bir köy okulunda çocukların ölüm ve doğayla barışık yaşamlarını anlatırken büyük şehirlerdeki yaşıtları ile aralarındaki uçuruma ve eğitimde fırsat eşitliğinin önemine vurgu yapıyor.